Stephen Hawking’le Gelen Her Şeyin Teorisi
“Yüz milyon galaksinin arasındaki bir dış mahallede, daha küçük bir gezegende ortalama bir yıldızın etrafında dolanan gelişmiş primatlar olduğumuz gayet açık. Ama medeniyet doğduğundan beri insanlar dünya düzeninin altında yatan bir anlayış için yalvarıp durdular.
Evrenin sınır koşulları hakkında çok özel bir şey olmalı. Sınır olmamasından daha özel ne olabilir? İnsan çabasının da bir sınırı olmamalı. Hepimiz farklıyız. Hayat ne kadar kötü görünse de her zaman yapabileceğin ve başarılı olabileceğin bir şey vardır. Nefes aldıkça umut vardır.”
Bugün günlerden 14.03.2018 ve modern bilimin önde gelen fizikçilerinden olan Stephen Hawking’in öldüğü gün. Daha dün gece bu film hakkında hissettiklerimi yazmayı düşünürken güne bu haberle başlamış olmam biraz tuhaf hissettirdi açıkcası…
Teorileriyle, görüşleriyle, sert sözleriyle kimimizin fikirlerine ışık tutan Hawking kimininse tam zıttı oldu.
Bu yazıda onun hayatını anlatmak yerine (ki bunu her sitede bulabilirsiniz) Hawking’in hayatının anlatıldığı bi film üzerinden gitmek istedim. Yani Her Şeyin Teorisi’nin gözünden Hawking ile aramızda bir bağ kurmak istedim.
“Nefes aldıkça umut vardır”
İşte tam da bunun içindeyiz filmde. Hawking’in hayatından bir kesiti beyazperdeye taşıyan film, ünlü teorisyenin eşi Jane Hawking’in kitabından uyarlandı. Doğal olarak eşi Jane’nin gözünden bakıyoruz hikayeye. Filmin başlamasıyla gelen tanışmaları,hastalığı,evlilikleri yani kısacası ilişkileri odaklı olması da bunu göstergesi. Şundan da bahsetmeliyim ki Hawking rolü için seçilen Eddie Redmayne oyunculuğuyla adeta filmin içinde bir adım daha kaybolmamıza ve hayranlıkla izlememize neden oluyor.
“Anımsatırken sorgulatmak”
Hawking matematiksel formüllerle yola çıkarak evreni tanımlayacak tek bir teori bulmak için çabalıyordu. Evet tam tamına tek bir teori. Ve bunun için çalışırken de ALS hastalığı git gide ilerlemeye başlamıştı.
Filmi izlerken kendinizi sürekli Hawking’in yerine koyup kendinize şu soruyu soruyorsunuz:
“Eğer bu durumda ben olsaydım yanımda taşıyabilir miydim yapmak istedikleri mi? Çalışma azmim beni ayakta tutabilir miydi?”
Biliyorum bunun cevabı birçoğumuz için zor hatta hayalinden bile korkuyoruz… Neden mi? Çünkü bahaneler düzeni içinde yaşıyoruz. Hedef belirlemekten korkuyoruz eğer o hedefe gelemez de egomuza yeniliriz diye. Düşmekten korkuyoruz bir elimizi kaybeder de tutunamayız diye.
Peki ya Hawking? O da mı böyle düşündü? Hayır.
Dünyanın en iyi okullarından birinde okuyup başarılı bir tezin peşinde koşarken bir de üstüne aşkı tatmaya başlamışken onun bütün fonksiyonlarını bitirecek bir hastalığa yakalandı. Tek bir şeye tutundu, tek sağlam kalan bir şeye. “Aklına.”
Düşünüyorum da Hawking’e sorulup bir seçim yapması istenseydi, “Ya sana aklını vereceğiz bedenin işlevi dışında ya da beden vereceğiz akıl dışında” diye sorulduğunda hangisini seçerdi? Bence her şeye karşı çalışmayı.
Hiçbir koşula ihtiyacımız yok daha fazla çalışmak için. Şimdi sıyrıl neyin arkasına saklanıyorsan. Çünkü Hawking haklıydı, insan çabasının bir sınırı olmamalı ve nefes aldıkça umut var olmalı…
Böyle önemli bir kişiyi kaybettiğimiz bugün de eminim ki o da böyle anılmak isterdi. İnsanlara motivasyon kaynağı olarak. Biliyorum ki bir film, bir insan, bir söz, bir müzik tutunduğumuz, ilham aldığımız en önemli şeylerden biri olabiliyor. Onları asla kaybetmeyin…
Ve filmi kesinlikle izleyin 🙂