Adı Her Yerde, Kendisi Yok: Hakan Günday

Adı Her Yerde, Kendisi Yok: Hakan Günday

Yazdığı cümleler ile içimize işleyen, ruhumuza dokunurken düşündüren, düşündürürken sınırları zorlayan bir yazar; HAKAN GÜNDAY.

2000 yılında Kinyas ve Kayra ile hayatımıza giriş yapan yazar 29 Mayıs 1976’da Rodos’da doğdu. İlkokulu Brüksel’de tamamladıktan sonra Ankara’da Tevfik Fikret Lisesi’nde okudu. Liseyi bitirdiği yıl Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca Mütercim Tercümanlık Bölümü’ne girdi.

Bir sonraki yıl Libre de Bruxelles’in Siyasal Bilimler bölümüne geçti. Ancak sonrasında tekrar Ankara’ya dönüp Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler’e girerek burada devam etti.

Eserleri

  • Kinyas ve Kayra – 2000

 

 

“Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın izi. Ve sırtımı çok, hızlı yaşlandım! Ancak hayattayım.

Kayra, bir gün bana ‘Mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun.’ demişti.”

 

  • Zargana – 2002

 

 

“Kimsenin birbirine bakmadığı, yalan, ihanet, şiddet, tecavüz ve acımasızlıkta yoğrulmuş, yalnızca hayallerin göz göze geldiği bir hayattan intikam almanın en iyi yolu yaşamaktır. Anlam aramak boşunadır ve her şeyin bir ‘hiç’e dönüşmesi gerekir.

Henüz on ikisinde Berlin’de dört kişinin tecavüzüne uğrayan Zargana, bu olaydan sonra kendini insan sınıfından sıyırır. Ne var ki insan olmaktan uzaklaşıp ‘hiç’e yaklaştıkça kendisine döner; aşık olur.

Parçalanmış benliğini onarmak için, başkalarının oynadığı bir ‘hayat oyunu’nu sahnelemeye koyulur.”

 

  • Piç – 2003

 

 

Piçlerin çocukları olmaz.

Piçler, aşık oldukları kadınların kendilerini kurtaracaklarını düşünür. Oysa hiçbir kadın dünyaya bir piçi kurtarmak için gelmemiştir.

Piçlere sır verilebilir. Ölümleriyle son bulan sırdaşlıkları vardır.

Piçlerin cinsel hayatı düzensizdir.

Piçlerin bedenleri ve akılları, diğer insanlarınkilerin aksine nasırlaşmaz. Onların nasırlaşan tek yerleri ruhlarıdır.

Piçler sadece kendi aşklarına saygı duyarlar. En yakın dostlarının kadınlarına dil ve el uzatabilirler. Bu durumda piç tabii ki suçlu, ancak piçlik meşrudur.

Piçler düzensiz hayatlarında düzenli olarak içki içerler. Belli sayıdaki kadehten sonra sarhoş olup sızarlar. Sızdıkları yerin adı huzurdur.

Piçlerin babalarıyla olan ilişkileri mezar taşı kadar soğuk, yeni dökülmüş kan kadar sıcaktır.

Piçler insan öldüremedikleri, ağır suçlar işleyemedikleri, korkak ve hain oldukları için yaşadıkları yerleri zorunlu kalmadıkça terk edemezler.

Piçin davranış ve tercihlerini sadece bir başka piç kabul edilebilir olarak değerlendirir ve ‘Neden?’ diye sormaz. ‘Neden’ sorusu piçliği yok eder.”

 

  • Malafa – 2005

 

 

“Bir kuyumcu dükkânının kapısından giriyorsunuz. Gösterişli, albenili bir dükkân burası. Pahalı mücevherlere ulaşıyorsunuz. Ama önce tezgâhtarlar… Yani tezgâh. Önce tezgâhtan geçiyorsunuz. Ya da hep tezgâhta kalıyorsunuz. Hayatta da olduğu gibi… Bir kuyumcu dükkânına kocaman bir dünyayı sığdırıyor Hakan Günday. Kozan, ana karakterimiz tezgâhtar. Onun kullandığı dili kullanıyor Günday da. O jargonla konuşuyor. Satmak dışında dünyada olup biten hiçbir şeyi umursamayan Kozan da bugünün insanını yeniden tanımlıyor. Yüzeysellik ve satmak… Her şeyden ve hepsinden önemlisi satmak, yani başarı. Kocaman bir yalanın hüküm sürdüğü bu büyük kuyumcu, ona göre, büyük bir kuyu. Bir hayaller ve yalanlar diyarı burası. Hakan Günday Malafa’da eğlenceli bir düzen eleştirisine imza atıyor.”

 

  • Azil – 2007

 

 

“Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor.

Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor. İnsanlığın bin çabayla ikin bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor. Ve on yıldır internet tarafından yutuluyor.

Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor. Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor. Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor.

Hakan Günday, ‘Azil’ de içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın ‘hiç’leşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor.

Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor. Günday, ana karakteri Asil’in psişik özelliğine ve dünya algısına uygun bir dili de büyük bir beceriyle kullanıyor. Roman boyunca çok sayoda felsefi tanımlama ve tespit, ana karakterin üslubuyla sıralanıyor.”

 

  • Ziyan – 2009

 

 

“Beyaz gövdeli zenci köpeklerimiz var. Adları da var. Ama onlar birer heykel. Çağırınca gelmiyorlar artık. Cennetin kapısını bekliyorlar. Karla karışık toprağa gömülebilmek için kulakları dik donuyorlar! Öyle bir cennet ki, paslı demirin bile ak sakalı var. Bizi saran tel örgüler beyaz angoradan örülmüş. Havası havlamayı bırakmış, ısırıyor. Beyaz ağzı etimizle dolu. Bu yüzden sessiz bir ayaz var. Saçaklarından sarkan mızrak dişleri ensemize saplanmış. Gazete kağıdı gibi buruşmuş derimizde mor diş izleri, bekliyoruz. Cennetten kovulmayı. Bembeyazız. Soğuk. Donmak. Çözülmek. Tekrar donmak. Daha fazla hiçbir şeye gerek yok. Fiilleri çekmeye bile. Herkes kalsın yerinde. Bıraksınlar yaslansın göğsüm sırtlarına, ılıklaşsın enseleri nefesimle. Yavaş yavaş sokayım dilimi derilerine. Aksın içlerine hayatımın zehri. Yirmi adet mermi. Muhteşem! Hepinizi geberteceğim! Ama hepinizi!”

 

  • Az – 2011

 

 

“11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu ‘mezarlık çocuğu’ Derdâ’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her türlü şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışlarının, (bütün anlamlarıyla) Yazı’nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikayesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A’dan Z’ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman…”

 

  • Daha – 2013

 

 

“İnsanları çaresiz bırak, iç organlarından roket yaparlar!

Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.

“Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk… Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”

  • Hakan Günday Daha kitabıyla Fransa’nın saygın edebiyat ödüllerinden olan Médicis’in 2015 En İyi Yabancı Roman Ödülü’nü almıştır.

 

 

  • Malafa isimli bir oyunu vardır. Bu oyun 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde gösterime girmiştir.

 

 

  • Son dönemlerin popüler dizisi, puhutv’nin 2. Projesi olan Şahsiyet’in senaristliğini yapmaktadır.

 

 

 

Hakan Günday’ın harikalar harikası kaleminden 12 alıntı

  • “Ben sadece fazlasıyla ciddiye almıştım, küçükken babamın bana birini üzdüğümde söylediği o sözü. “Kendini karşındakinin yerine koy” ve ilk başlarda bunu o kadar çok yapmıştım ki, bir gün dönüş yolunu yani kendimi bulamadım.” – Kinyas ve Kayra

 

  • “Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı. Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı.” – Az

 

  • “Ne de olsa deliydi. Ve delilerin canı, diğer insanlarınkinden farklı yanardı. Onlar, yanan canlarıyla ısınırlardı.” – Azil

 

  • “Hiçbir şey hayatın sonu değildir. Hayatın sonu bile hayatın sonu değildir! Çünkü sen ölürsün, başkaları yaşar!” – Kinyas ve Kayra

 

  • “Dertlerinizi başkalarına anlatmayın. Çoğunun umrunda olmaz, geri kalanı ise memnun olur.” – Kinyas ve Kayra

 

  • “Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az…
    O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum… Az…
    Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z.
    Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var.
    O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüz binlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.
    Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar.
    Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler.
    Senin ve benim gibi.” – Az

 

  • “Ama kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? Beni kim kurtaracaktı? “Kurtuluş” dedim. “Ankara’da bir mahalle.” fazlası değil. Belki bir de Bob Marley’in en iyi şarkısı. Daha fazla düşünmeye gerek yok.
    Adı her yerde kendisi yok!” – Kinyas ve Kayra

 

  • “Matematiği kuvvetli değildi, fakat çıkarlarını hesaplamasını iyi bilirdi.” – Zargana

 

  • ”Diyor ya Aşık Veysel, ‘iki kapılı bir han’ diye? Ondan cereyan yapıyor bu hayat! Onun için üşüyorum hep. Gideyim de kapatayım birini!” – Daha

 

  • “Hayatım boyunca konuşmak için sadece on kelime seçmek zorunda kalsaydım, bunların ilki, “Neden?” olurdu.” – Ziyan

 

  • “Hayal gerçeğe katlanmak için gereklidir. Temel gıda, giyinme ve barınma gibi bedene yönelik harcamalar eti, hayaller ruhu doyurur.” – Malafa

 

  • “Tanıdıkları insanlara yeterince borçları vardı. Bir de hayata borçlanmak istemediler. Onun için aldıkları her nefesi geri verdiler.” – Piç

Zeynep Haskırış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir