Kabuslardan İlham Alan 7 Gerilim Filmi
Peşinize düşmüş bir canavarı ya da uyuduğunuz an sizi öldürecek intikam peşinde bir adamı rüyanızda gördünüz mü hiç? Yoksa “Bunlar sadece filmlerde olur canım” mı diyorsunuz? O zaman PigmeLaf.com Sosyal İçerik Platformu olarak sizin için hazırladığımız kabuslardan ilham alan filmlere bir göz atın.
-
The Alphabet – Alfabe (1968)
David Lynch‘in 2. kısa filmidir. Film sadece 4 dakika sürse de ilk sahnede sizi etkisi altına alıyor ve uzun bir süre etkisinden çıkamıyorsunuz.
David Lynch‘in o zamanki eşi Peggy Lynch‘in yeğeninin gördüğü bir kabus bu filme ilham kaynağı olmuştur. Peggy Lynch’in yeğeni uykusundan alfabeyi sayarak uyanmış ve David Lynch ise bunun muazzam bir film olacağını düşünmüş.
Bazı söylemlere göre Lynch bu filmde; kız çocuklarının beklenenden daha erken olgunlaşmasını konu almış. Alfabe ise bu konuya geçişin bir köprüsünü simgeliyor. Eğitimin o yaştaki çocuklar için korkunç olduğuna bir gönderme yapıyor.
Filmde aynı zamanda cinsel ögelerin de kullanılması söz konusu. Değişmeye başlayan suratın bir süre sonra kanlı, damarlı bir penise benzediği ve testislerinde göğüs olarak gösterildiği söyleniyor.
Kendi yaptığı ses efektleriyle insanı gerilimin had safhasına çıkaran David Lynch’in filminde başrolü o zamanki eşi Peggy Lynch oynuyor.
iMDb: 6.8/10
-
Hausu – Ev (1977)
1977 yapımı bir Japon filmidir. Filmin yönetmeni ve senaristi Nabuhiko Obayashi çocukların bilinçaltını anlatan bir film çekmek isteyerek bu işe kalkıştı ve ilham kaynağı 7 yaşındaki kendi kızıydı.
Filmin konusu ise; bir grup kız büyükannelerinin evini ziyaret ediyor. Fakat bu evde küçük kızları yiyen bir iblis vardır. Aynı zamanda filmde eşyaların da korkutucu tarafları gösterilir.
iMDb: 7.3/10
-
A Nightmare on Elm Street – Elm Sokağı Kabusu (1984)
Yönetmenliğini Wes Craven‘in yaptığı A Nightmare on Elm Street korku filmi denildiğinde akla ilk gelen filmlerden biri olmayı başarmıştır.
Wes Craven’in ilham kaynağı; Kamboçya’da tanıştığı bir ailenin küçük çocuğunun gördüğü bir kabus. Tanıştığı aile Amerika’ya sağ salim gelmiş ancak küçük çocuğu her uykusundan kabuslarla uyanıyormuş ve ailesine uyumaktan korktuğunu, uyursa onu kovalayan şeyin onu yakalayacağını söylüyormuş. Çocuk günlerce uykusuz kalsa da bir süre sonra dayanamayıp uyumuş ve aile gece yarısı çocuğun çığlıklarıyla uyanmış. Çocuğun uyuduğu odaya gittiklerinde ise çocuğu ölü bulmuşlar.
Wes Craven’in anlattığı bu olaydan sonra filmin baş karakteri Fred Krueger‘in gerçek olup olmadığıyla ilgili tartışmalar halen devam etmektedir.
Filmin konusu; Los Angeles’taki bir mahallede genç ölümler başlar. Kabuslarında parmak uçlarında jilet gibi keskin bıçaklar olan hayalet onları öldürmektedir. Kabuslarda görülen bu hayalet ise öldürülen çocukların ailelerinin yıllar önce öldürdüğü sapık Fred Krueger’dır. Freddy geri dönerek ve bu çocukları öldürerek bir çeşit intikam almaktadır.
iMDb: 7,5/10
-
Pan’s Labyrinth – Pan’ın Labirenti (2006)
En İyi Görüntü Yönetmeni Oscar’ını alan yönetmen Guillermo de Toro‘nun senaristliğini de üstlendiği filmin konusu; 1944 yılında, savaştan sonra toparlanamamış İspanya halkını anlatıyor. Yakınlarını savaşta kaybeden çocukların, masumların ve köylülerin dramını konu alan filmde savaşın ortasında büyümüş bir çocuğun bilinçaltının korku dolu kıvrımlarında dolaşırken tüyleriniz diken diken oluyor, kanınız donuyor.
“Gerçekler etrafınızı sardığında tek sığınağınız hayal gücünüzdür.”
Küçük kız Ofelia, annesiyle evlenerek onları koruma altına alan Yüzbaşı Vidal‘den nefret ediyor. Onu sadist olarak görüyor ve her gün üvey babasının öldürdüğü yüzlerce insanı görmemek için kendini hayal dünyasına hapsediyor. Yalnız Ofelia’nın hayal dünyası diğer kız çocuklarınınki gibi renkli değil. Ofelia’nın hayal dünyası; korku dolu ve karanlık bir yer. Tek sığınağı ise kapkaranlık bir labirent ve labirentteki tek koruyucusu Pan.
Ofelia’nın üvey babasının hakimiyetinden kurtulup kendi ayakları üstünde durması için geçmesi gereken 3 test var. Bu testler izleyici için de oldukça zorlu.
Bu filmin ilham kaynağı ise Guillermo del Toro‘nun kendi çocukluğu. 11 yaşına kadar lucid rüyalar gördüğünü söyleyen ödüllü yönetmen, bu rüyalarda uyanık olduğunu ve canavarların da olduğunu ekliyor. Bu canavarlardan korkmak yerine zamanlara onlara alışmış ve sevmeye de başlamış. Arkadaş olduğunu söylediği canavarlardan ilham alarak da böyle bir senaryoyu beyaz perdeye taşımış.
iMDb: 8.2/10
-
The Dance of Reality – Gerçeğin Dansı (2013)
Yönetmenliğini ve senaristliğini yapan Alejandro Jodorowsky‘ın 20 yıl aradan sonra çektiği film olan Gerçeğin Dansı‘nın ilham kaynağı yönetmenin kendi çocukluk kabusları.
Otobiyografik bir film olan The Dance of Reality için Jodorowsky şöyle diyor; Bu film benim otobiyografik romanımın bir uyarlaması, kendi sinemamın bir rönesansı. Bana kalırsa bu film, zihinsel bir atom bombası gibi. Kendimi yeniden keşfetmek için çocukluğumun dibine iniyorum, büyüdüğüm yere geri dönüyorum.
“Hayal ürünü fakat kurmaca değil.”
Çocukluğundaki kabuslarında daha çok tanrılar, ölü insanlar ve konuşan hayvanları gören yönetmen bunları filme ekleyerek gerçeküstü bir iş çıkarıyor.
iMDb: 7.5/10
-
It Follows – Peşimdeki Şeytan (2014)
Filmin konusu; 19 yaşındaki Jay Height‘in yaşadığı masum gibi görünen bir cinsel deneyim sonrası yaşadıklarını anlatıyor. Bu birliktelikten sonra halüsinasyonlar görmeye ve sürekli takip edildiğini hissetmeye başlıyor. Takip edenin ise biri mi yoksa bir şey mi olduğunu anlayamıyor. Jay ve arkadaşları ise bu tehditten kurtulmadan huzur bulamayacaktır.
Peşimdeki Şeytan’ın yönetmeni David Robert Mitchell, Jay’in peşine takılan varlığın ilhamını ise çocukluk kabuslarından, o kabuslarda takip edildiği canavardan almış. Ayrıca filmdeki o varlığı ise şöyle tanımlıyor; Belli bir cismi olmayan, acıması olmayan ve yavaş hareket eden bir şey. Konuşmaz ve koşmaz. İstediği zaman farklı bir damarı doldurabilir. Yavaş ve emin adımlarla size doğru gelir ve öylece ölürsünüz.
iMDb: 6.8/10
-
The Witch – Cadı (2015)
Ödüllü yönetmen Robert Eggers‘ın filmi The Witch 17. yüzyılın İngiltere’sinde geçiyor. William ve Katherine çifti beş çocuğuyla birlikte ıssız bir ormanda ve hristiyanlığa son derece sıkıca bağlı bir şekilde yaşıyorlar. Yeni doğmuş çocukları Sam hiçbir iz bırakmadan kayboluyor, kızları Thomasin ilahi sesler duyduğuna inanıyor, ikizler ise tuhaf şeyler mırıldanıyor. Tüm bunlar felaketlerin sadece başlangıcıdır.
Robert Eggers; rüyalarından aktardığı sahneler ile filmi çekerken tuhaf hissettiğini çünkü o anları tekrar yaşadığını söylüyor.
iMDb: 6.8/10