Bu Hafta Vizyonda Neler Var? (16 Mart 2018)
Vizyona bu hafta 4 yerli, toplamda 8 film giriyor.
Düğüm Salonu
Hakan Algül’ün yönettiği, Şahin Irmak’ın senaryosuna imza atıp başrolünde yer aldığı Düğüm Salonu, iki eski sevgilinin aynı gün ve saatte yan salonlarda evlenmesiyle birbirine giren iki düğün ahalisinin hikâyesini anlatıyor.
Sizinle aynı gün, aynı yer, aynı saatte eski sevgilinizin de yan salonda evlendiğini görürseniz ve karşılaşırsanız ne olur? İki düğün birbirine girer, sırlar ortaya çıkar, ortalık kısa sürede karışır! Düğün geceniz düğüm gecesine, düğün salonu “Düğüm Salonu”na dönüşür.
Kaybedenler Kulübü Yolda
Nejat işler ve Yiğit Özşener’in başrollerinde yer aldığı Kaybedenler Kulübü’nün devam filmi Yolda, Kaan ve Mete ikilisinin tatil sonrası İstanbul’a dönüş yolculuğunda yaşadıklarını anlatıyor.
Kaan ve Mete Olimpos’ta, kalabalık bir Kadıköy grubuyla yaptıkları eğlenceli tatilin sonunda, motorlarıyla İstanbul’a doğru yola çıkarlar. Ancak yolculuğun iki beklenmedik misafiri daha olacaktır. İstanbul’a doğru ilerlerken, hayat onlara yolun, yolculuğun ve ilişkilerin hiçbir zaman planlandığı gibi ilerlemediğini, bir kez daha ve oldukça sert bir biçimde gösterecektir.
Entebbe’de 7 Gün/ 7 Days in Entebbe
Tropa de Elite, RoboCop gibi filmlerin yönetmen koltuğunda oturan José Padilha’nın yönettiği film, 1976 yılında Tel Aviv’den Paris’e gitmekte olan bir uçağın kaçırılması sonrası yürütülen kurtarma operasyonunu konu ediniyor.
1976 yazında, Tel Aviv’ten Paris’e giden Air France şirketine ait bir uçak, ikisi Filistinli ve ikisi Alman olan dört hava korsanı tarafından kaçırılır. Uçak Uganda’daki Entebbe Havaalanı’ndaki terk edilmiş bir terminale indirilir. Korku içindeki 248 yolcu, ölümcül bir siyasi ayaklanmanın içinde pazarlık kozu olarak kullanılırlar.
Hava korsanlarının amacı ise; ellerindeki rehinelere karşılık İsrail, Kenya, Fransa, İsviçre ve Batı Almanya’da bulunan 53 Filistinli mahkûmun serbest bırakılmasıydı. İsrail hükümeti, diplomatik bir çözüm bulmaktansa rehineleri kurtarmak için olağanüstü bir plan yapar.
Tut Yüreğimden Anne
Naz Elmas ve Sermiyan Midyat’ın başrolleri üstlendiği filmde, otizmli kızını bir türlü kabullenemeyen ailesiyle zorlu bir hayatı olan Sibel’in, ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrendikten sonra yaşadıklarını konu ediniyor.
Sibel, otistik kızı Hazan, eşi Okan ve büyük oğlu Yaman’ın yüreklerine tutunarak mutlu bir ömrü yaşamaya çalışır. Ancak Sibel, kocası Okan ve oğlu Yaman’ın bile otistik kızlarını kabullenmediği ailesinin temellerinin çatırdadığı zor zamanları yaşamaktadır. Okulda, sokakta, otobüste, evde kısacası hayatın her anında Sibel’in sesini kimse duymamaktadır. Bu zorlu günlerin karanlığında Sibel ölümcül bir hastalığın pençesine düştüğünü öğrenir. Sibel şimdi ameliyat sonrası ölmek ve kalmak arasındaki o ince çizgide hayatının durma noktasındadır.
Sibel bu zorlu kararı vermeden önce dağılmakta olan ailesini bir araya getirmek, onların yüreğini kazanmak için her türlü fedakârlığı yapmaya kararlıdır. Ancak gerçek hiç de Sibel’in bildiği gibi değildir. Bu yolculukta Sibel ve ailesi kendi kimliği ile yüzleşecek ve hayatın getirdiği değişimleri acıda olsa kabullenecektir.
Stalin’in Ölümü/ The Death of Stalin
The Thick of It, Veep, In the Loop gibi yapımlarla tanınan Armando Iannucci’nin yönettiği The Death of Stalin, 1953 yılında Stalin’in ölümüyle oluşan otorite boşluğunu doldurmaya aday siyasi figürlerin kaotik koltuk mücadelesini, Iannucci’den alışılageldik bir biçimde kara mizah yönünden ele alıyor.
Moskova, 1953… Sovyetler Birliği’nde Stalin’in ölümüyle birlikte büyük bir koltuk kavgası başlar. Stalin’in vekili ve komitenin birlikte hareket etmesinden yana olan Malenkov Genel Sekreterliği’ni korumaya çalışırken, İstihbarat Şefi Beriya ile komitenin başkanlığını yürüten Kruşçev arasında amansız bir siyasi rekabet başlar. Hamleler birbirini kovalarken, Sekreterlik koltuğunu doldurmak için çok vakit kalmamıştır.
Öldürme Arzusu/Death Wish
Eli Roth’un yönetmenliğini üstlendiği, Charles Bronson’ın başrolünde yer aldığı kült klasik Death Wish’in yeniden çevrimi olan film, ailesine yapılan bir saldırıdan sonra kişisel adaletini sağlamak adına önüne çıkan her engeli alaşağı etmeye ant içmiş olan Paul Kersey’nin hikâyesini anlatıyor.
Başarılı bir travma cerrah olan Paul Kersey, hayatını ölüm döşeğindeki, vurulmuş, bıçaklanmış insanlarla uğraşarak geçirmektedir. Stresli işinden sıyrıldığında ise sevgi dolu bir aile babasıdır. Kızı ve eşiyle mutlu bir hayat süren adam için bu düzen bir trajedi ile değişiverir. Evine düzenlenen saldırı sonrası eşi ölmüş, kızı ise komada yaşam mücadelesi vermektedir. Hayatını tamamen değiştiren bu olaydan sonra Paul, mesleki yeteneğini de kullanarak adeta bir ölüm makinesine dönüşür. Paul ne pahasına olursa olsun intikamını almaya kararlıdır.
Lara Croft neredeyse genç bir kızken, ortadan birdenbire kaybolan egzantrik, maceracı bir babanın, asi kızıdır. Şimdilerde 21 yaşında, Doğu Londra’da yaşayan, bisikletle kuryelik yapan ve zar zor kirasını ödeyen amaçsız genç bir kızdır. Azimle kendi yolunda ilerlerken, babasının gittiğini kabullenmediği gibi bıraktığı mirası da reddetmektedir. Gerçeklerle yüzleşerek ilerlediği hayatında babasız 7 yıl geçmiştir. Lara, onu, babasının gizemli ölümüne götürecek şifreleri çözmesini sağlayacak şeyin ne olduğunun henüz farkında değildir.
Bildiği her şeyi geride bırakan Lara, babasının son görüldüğü yere, efsanelere konu olmuş Japonya yakınlarında mistik bir adada bulunan mezara doğru yola çıkar. Fakat bu görev onun için kolay olmayacaktır. Sadece adaya çıkmak bile yeteri kadar tehlikelidir. Bilinmeyene doğru çıktığı bu yolculukta, Lara, hayatı boyunca yaşayabileceği en büyük zorluklarla karşılaşacaktır. Bu garip ve zorlu olaylar karşısında; keskin zekası, gözü karalığı ve asi ruhundan başka hiçbir
şeyi yoktur ve limitlerinin üzerine çıkmak için elinden geleni yapması gerektiğinin farkındadır. Bu tehlikeli maceradan sağ olarak çıkarsa “Tomb Raider” olacaktır.