Leyla ile Mecnun Kitabı: O Gemi Gelmeseydi İyiydi!
Nisan ayında raflarda yerini alan Leyla ile Mecnun kitabının eleştirisini okumak isteyenleri yazının devamına davet ediyoruz.
TRT’de ekranlara gelen ve yayınlandığı dönemde büyük bir ilgiyle takip edilen Leyla ile Mecnun, 3. sezon finali ardından ekibin Gezi Parkına desteklerinden dolayı yayından kaldırılmıştı. O günden sonra herkes dizinin devamını bekledi ancak senarist Burak Aksak dizinin devamının gelmeyeceğini ancak bir kitap yazabileceğini söylemişti ve dediğini gerçekleştirdi de. Küsurat Yayınları tarafından çıkarılan Leyla ile Mecnun 278 sayfadan oluşan bir roman…
DİKKAT: Yazının bundan sonraki kısmı buram buram spoiler içermektedir. Eğer kitabı okumadıysanız devam etmemenizi öneriyoruz.
Roman, her şeye sil baştan başlıyor ve hikaye Mecnun Çınar’ın anlatımıyla okuyucuyla buluşuyor. Mecnun bir sabah annesi tarafından uyandırılıyor ve babası tarafından taze ekmek alması üzerine apar topar evden sepetleniyor. Hikayenin ilk bölümüyle birlikte diziden tanıdığımız sevilen tüm karakterler de okuyucuyla bir kez daha tanıştırılıyor. Mecnun’un evde tuvalet sırası beklerken Leyla’yı görmesi ve ona vurulmasıyla da çöllere düşüyor ve hikaye yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor.
Roman özellikle diziyi izlemeyen kesimin okumakta zorlanabileceği bir anlatıma sahip. Kitabı okurken, bir romandan çok dizinin bir bölümünü izlemiş gibi hissediyorsunuz çünkü kitapta yoğun bir şekilde ”Senaryo dili” hakim… Anlatımdan çok, diyaloglar ön planda ve arka arkaya diyaloglar devam ediyor, hem de kimin ne konuştuğu yazmadan. Bazı cümle başlarında karakter ismi yazması dışında bilgi verilmemesi ve kitap okurken bu kadar diyaloğun arka arkaya sıralanması rahatsız etmedi değil… Diğer rahatsız eden konu ise karakterlerin küfürlü konuşma meselesi. Bu duruma pek anlam veremedim doğrusu, madem küfür ediyorlar o zaman neden halen sakız çiğniyorlar ya da üzüme düşüyorlar ki? Biz o yaratılan dünyayı sevmiştik.
”Zaten ömür dediğin, sevdiğinin gözlerine bakarken geçen en kısa zaman dilimidir.”
Romanın en çok yüz güldüren karakteri şüphesiz ki Erdal Bakkal, onun dahil olduğu kısımlarda gülmemek elde değil. Arda’yı diziden çok farklı bir şekilde görüyoruz kitapta, dizideki o sempatik karakterin yerini salt kötü bir karakter almış son kısımda silah çekecek kadar kötü… Yazar neden böyle bir yola başvurmuş anlamak mümkün değil, biz Arda’yı saf-salak halleriyle ”tıs tıs tıs”larıyla daha çok sevmiştik. Leyla’yı çok arka planda görüyoruz, hikaye genellikle Mecnun,İskender ve İsmail Abi üzerinde şekilleniyor. İsmail Abi’nin sürekli iş hakkındaki hikayelerini okurken, sıkılıp o kısımları da atladığımı söylemeden edemeyeceğim. İzlerken güzeldi de, kitapta biraz fazla değinilmemiş mi sizce de?
”Ah be İsmail Abi. Ne vardı çocuk gibi sevinecek? Bu dünyada en çok çocukları üzerler be abi.”
Romanın ilk dört bölümünü okumak biraz zor, özellikle Arda’nın babasının olaya dahil olup yardım etmeye çalıştığı kısımlarda kitabı kapatmamak için zor tuttum kendimi. Beşinci bölümle birlikte Leyla ile Mecnun’un bir araya gelmesiyle felaketlerin bir araya gelmesi hikayenin seyrini biraz olsun değiştirip heyecanlandırmaya başlıyor -her ne kadar dizide benzer şeyleri izlemiş olsak da– Gelişen olaylar sonrasında Mecnun’un bu olayların durması için Leyla’nın ölmesi gerektiğini öğrenmesi hikayenin gidişatına güzel zemin hazırlıyor.
”Kaybettikten sonra üzülmek yerine daha kazanmadan sevinmeyi tercih edenlerdeniz biz.”
Kitapta her şey o kadar çabuk olup bitiyor ki, karakterlerin hiçbir şekilde gelişme safhasını görmüyoruz. Her şey çok aceleye gelmiş, cümlelerin, karakterlerin üzerinde hiç durulmamış. Mesela Yavuz’un ölümü yarım sayfaya sığdırılmış. Bu kadar sevilen bir karakterin haybeye ölmesi beni üzdü açıkçası, özellikle sevdiği kız Zeynep’in gözlerinin açıldığı gün onun kollarında ölmesi Yeşilçam melodramı gibi bir son olmuş karakter için…
Mecnun’un çölde, dizideki Mecnun’la karşılaşması güzel düşünülen detaylardan biriydi benim için. Kitap genellikle güldürerek devam ederken, kitabın sonunda Leyla’nın intihar edişi beni gerçekten şaşırttı… ”En azından kitapta mutlu olsun bu iki karakter” demeden de edemedim. Madem dram kısmı olacaktı hikayenin, son altı-yedi sayfada olması ne kadar doğru? Böyle absürt bir hikayede Yavuz’un ölümü gibi, bunun da yeri yoktu diye düşünüyorum. Leyla’nın ani ölümüyle sonlanan hikaye bana biraz Canan Tan kitaplarını anımsatmadı değil… –Tamam tabii ki hakaret etmiyorum Burak Bey–
Evet dünyaya aşinaysanız kolay okunabilecek bir kitap ama tatmin ediyor mu?: Maalesef hayır… Kitabın şuan listeleri alt üst ettiğini biliyoruz, Burak Aksak’ta kitabın devamını yazdığını açıklamış. Zamanda kırılmadan dolayı defalarca Leyla ile Mecnun’un bir araya geldiğini, aynı şeylerin farklı olarak yaşandığından bahsetmişti Aksakallı Dede, hikaye yine en baştan farklı bir kurguyla mı başlar bilmiyorum ama muhtemelen ben okumayacağım…
Keşke o gemi hiç gelmeseydi Burak Aksak, çünkü biz gelmesini değil beklemeyi seviyorduk belki de…