Yaratıcı Bakış Açısıyla İzlenmesi Gereken Yönetmen: Yorgos Lanthimos
Yorgos Lanthimos, The Lobster ( Istakoz ) filmiyle tanıdığım bunun akabinde The Killing Of A Sacred Deer ( Kutsal Geyiğin Ölümü ) ile devam edip son olarakta eski yapıtlarını merak ederek izlediğim Dogtooth. ( Köpek Dişi ) Ve şimdi de ödül sezonunda vizyonda olacak olan The Favourite filmini merakla beklemekteyim.
Mizah ve Varoluşsal Deneyim
Öncelikle Lanthimos abartısız yaratıcı ve ilginç bir yönetmen. Aile ve toplum normlarını, baskılarını mizahi ve varoluşsal bir dille sinematogrofisini bir üst seviyeye taşıyor. Her ne kadar herkese hitap etmediğini düşünsemde vermek istediği mesajı da izleyicisine kolay geçirebilen biri. The Lobster filminin konusunu okuduğum an heyecanlanmıştım. Bir de üstüne şiirsel ve mizahsen anlatımıyla birleşince hafızalara yer eden bir film oldu. Yalnızlığımıza ve yalnızlığımızı kontrol altına alan insanlara değindi. Eğer aşık olmazsak bir hayvana dönüşecektik. Hayvan gibi düşünebilmek önemli nitekim hayvanken eşinizi sizinle aynı tür seçmeye ihtiyacınız olacak. Bir kurt ve bir penguen asla birlikte yaşayamaz veya bir deveyle su aygırı…
Ama bu yazıda Köpek Dişi filmi üzerinde durmak istiyorum. Bana göre diğerlerine göre daha sert ve daha vurucu.
Yine tutsağız ama bu sefer toplumun en küçük yapı taşının “aile”nin gölgesindeyiz.
Dilin Göstergesini Kaybetmesi
John Berger: Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler.
Üç genç kardeş anne babalarıyla, sanki paralel bir evrende, farkında olmadıkları bir tutsaklıkta yaşıyor. Evlerinden hiç çıkmayan ve dış dünyayla ilgili hiçbir şey bilmeyen adeta çocuk gibi kalmış kardeşlerdir. Bir dakika hayır… aslına bakarsanız biliyorlar.
Örneğin; – Anne, zombi nedir?
– Zombi, küçük sarı bir çiçektir.
Onlara göre kuku ise bir lamba. Dünyanın varlığından soyutlandırılarak yetiştirilen kardeşler filmin en başında belli ediyorlar sağlıklı bir zihne sahip olmadıklarını.
Çocuklarını dış dünyadan korumak adına kendi dünyasını yaratan ama bunu da yarışlarla, yalanlarla, şiddetle, dışarıda dünyanın olmadığını empoze edip dilin göstergelerini sabote ederek yapıyorlar. Evet belki izlediğiniz zaman bu kadar da değil diyerek rahatsız olabilirsiniz. Ama bu sadece bir, tabuları sorgulamadan kabul ettiğimizin ve ailenin ya da toplumun kişiliği manipüle ettiğinin distopik bir anlatımı. Kim bunu inkar edebilir ki?
Tanrılaştırılan Babanın Gölgesi ( Anneniz yakında bir köpek doğuracak çocuklar )
Baba figürü burda tanrılaştırılmakla beraber cinsellik ve şiddeti de yönlendiriyor. Bir nevi erkek çocuğunun arzusunu bile elinde tutuyor.
Yönlendiren baba ve ona uyan anne yönlendirdikleri çocuklarına karşı ne kadar ileri gidebileceklerini bize bütün iğrençliğiyle gösteriyorlar. Babanın kurduğu dünyada kedinin bir düşman köpeğinse insan tarafından doğurulacak bir canlı olduğu kolayca öğretiliyor. Çünkü kurgulanan dünyada her şeyin bir kılıfı vardır.
Bazen bir evin içi dış dünyadan daha tehlikeli olabiliyor. Dünyaya kendi çerçevelerinden bakan ebeveynler bencilce davranıp çocuklarının da aynı çerçeveden bakmasını isteyebiliyor hatta buna zorlayabiliyor. Oysaki kendilerini daha ailelerine karşı bile ifade edemeyen bireyler (pardon birey olamamış çocuklar) dış dünyadan çekiniyor ve benliklerini tamamlayamıyorlar.
Baba kardeşlerin dış dünyada olan en küçük şeyden bile etkilenmemesi adına eve götüreceği su şişelerinin ambalajlarını bile yok ediyor. Ama unuttuğu bir şey var; köle er ya da geç harekete geçecek bir şey bulacaktır. Ve bununla beraber köpek dişini kendisi yok edecektir.
Dışarıdan Gelen Bilinç; “Güvenlik Görevlisi”
Baba erkek çocuğun arzusunu giderebilmesi için kendi çalıştığı şirkette güvenlik görevlisi olan kızı eve götürüp getirmektedir. Eve yabancı olarak tek girip çıkan odur. Onunda pek normal olduğu söylenemez. Çünkü kendi zevklerini gidermesi karşılığında evin büyük kızına saç tacı teklif etmesiyle birlikte filmde takas başlamıştır artık. Öğrenilmiş gerçeklik. Bu yolla büyük kızın eline film kasedi geçer ve gizlice izlediği filmin doğasıyla gerçekliğe bir adım daha yaklaşmış olur.
Filmin en etkileyici sahnelerinden biri de adeta bir ayinle içindekileri kusar gibi dans etmesi. Ve artık ego süpergosuna başkaldırır. Ama ne yazık ki filmin son sahnesinde de gördüğümüz gibi sonucu ya ışığa ya da korkuyla gelen alışılmış karanlığa işaret edecektir.
Aslına bakarsanız bunu siz şekillendiriyorsunuz. Yönetmen de zaten bunu istiyor. Filmi açık bırakarak izleyenlerin “arayışlarına” göre filmi algılamalarına imkan veriyor.
– Peki, benliğinizi bulamayıp şekillendirildiğiniz, kendiniz olamadığınız o küçük dünyada “korkuya karşı sevgi mümkün mü?”